Gerçek şu ki!
Seydişehir’in bütün girizgahlarında, dükkan ortamlarında, sokak aralarında el cümle bütün kulislerde şehrin meseleleri konuşulur.
Bu gayette normaldir.
Kendi meselesini niçin konuşmasın, neden yorum yapmasın, neden eleştirmesin vatandaş?
İlk bakışta dediğim gibi gayet normal ama…
Bu serzeniş, bu eleştiri hangi amaçla yapılıyor?
Amaç Üzüm yemekse eyvallah ama bağcıyı dövmekse bu tam manası ile bir insafsızlıktır.
Yürüyenin tekerinin önüne taş koymaktır.
Açıkça söyleyebilirim ki!
Seydişehir’in sahibi olduğunu düşünen bir güruh kaybettikleri kalelerin acısı ile haset hastalığına tutulmuş.
Bu hastalık insana yalanda söyletir iftirada attırır.
Bunların sayıları da çok değil aslında. Üçü-beşi geçmez ama memleketi karıştırmaya yetiyorlar.
Bu tipler hem üretmezler hem de üreten üretmeye çalışanların üzerinden geçinirler.
Beslenme alanlarıdır.
Ellerinden kör eşek yem yemez.
Geçtiğimiz günlerde televizyon programında yaşadığımız yerin sorunlarını gündeme taşımanın heyecanını taşırken; seydişehire bir gramlık faydası olmayan bir beyin fukarası iki saatlik ‘programda aklımda kalan lokal duvarlarındaki taşlar’ yorumunu yapmış.
Edepsize bak.
İşte merhum Mahmut Esat efendinin “Belediyesi var narhı yok, motoru var çarkı yok. Üç beş dedikoducu oturmuş birbirinden farkı yok” dediği tipler bunlar.
Enerjimizi bunlara harcayacak değiliz elbette.
Ama günü gelir o foseptik ağzının sifonunu çekmekten de imtina etmem.
Konu racon kesmekse kralını keserim.
Ağa babalarınıza eyvallah diyen namerttir.