Sanırım 1993 Eylül ayının başlarıydı…
Batman, Gercüş ilçesi kırsalında şehit düşen Ünal Cam’ın naaşı gelecekti… Ve sanırım bir hafta sonuydu…
O gün ilçe öylesine sessizdi ki, birlikte olduğumuz gazeteci dostum Sami Akbaş ile ilçemizden bir şehit olmasına rağmen sessizliğe, duyarsızlığa anlam verememiştik…
Öğrendik ki! Kamuoyu bu konuda çok bilgilendirilmeyecek… Şehit cenazesi, şu andaki üniversite kampüsü, devlet hastanesi yolundan sessizce götürülerek Taraşçı kasabasında defnedilecekti…
Böylesi duyarsız bir defin işlemine ilk tepkiyi hiç vakit geçirmeden dönemin kaymakamına gösterdik… ‘Bu, 90 yaşını aşmış bir insanın ölümü değil bir şehit cenazesidir… Neden kamuoyuna duyurulmuyor? Ve niçin şehir içerisine alınmadan gizlice götürülüyor?’ Sorularını sorduk ancak verilen cevap bizim duygularımızı da bastırmak ve sessizliği bozmamamız şeklinde telkinlerle doluydu…
Bu sessizliği kabul edemeyeceğimizi söyledik ve Şehit yakınlarından başlayarak ve Seydişehir kamuoyu dinamiklerini bir saate varmayan zaman diliminde harekete geçirdik…
Yaka fotoğraflarına kadar hazırladık ve dönemi kaymakamının tepkisine rağmen kum gibi bir cemaatin Taraşçı kasabasına akmasına şehidimize son görevin ifa edilmesine vesile olduk…
Sanırım nişanlısı idi tabuta sarılışı ve çığlığı hala dimağımda…
Yıl 2016... Yer Bostandere…
Dün PKK terörüne son şehidimizi verdik… 23 yıl sonra aynı sebepten, yani bir türlü bitirilemeyen PKK terörüne şehit veriyor olmanın inanılmaz soruları ile cebelleşerek gittim Bostandere’ye…
Konuya dair fikirler beyan edip PKK terörünün neden bitirilemediği üzerine ahkâmlar kesecek değilim…
Dilimden ve yüreğimden düşen iki kelimelik bir isyan cümlesi artık… “Artık yeter…”
Bostandere’ye Boyalı köyü üzerinden giderken yolumu kesen görevlinin cenaze namazına gitmeye çalışan vatandaşı, komşu ilçe belediye başkanını azarlayan üslubuna mı ağlayayım?
Aynı görevlinin resmi üniformasına bakıp aklıma düşen asker oğluma mı?
Yoksa ateşi sabahın erken saatinde yüreğime düşen Fatih Yaşar komutana mı?
Aklım, öfkem, duygularım, insan, dünya, vatan hepsi bir arada ve tam bir paradoks anı yaşıyordu beynim…
Üstüne üstüne gittim çığlıkların… Taziye çadırının plastik kokan duvarlarına sinen anne, eş, evlat, kardeş ve baba feryatlarını tam göbeğinde hissettim yüreğimin...
En sevdiğim sıcaklığı tadarken yanaklarım; bayılan bir şehit yakınına müdahale eden sağlıkçının, onları izleyen bir deniz subayının kan çanağı gözlerinden düşen damlalara eşlik etti gözlerim…
Hülalası;
Ateş düştüğü yeri yakıyor…
Ben köşemde bu süslü cümleleri kurma cesaretini ve rahatlığını bulurken; kor düşmüş ana, kardeş, baba, eş, evlat yüreğini ne kadar hissedebilirim…
Bostandere’de gördüklerimin hepsi, hissettiklerimin bir kısmı ile kendi derdimde, dünya hali eylemlerimdeyim şimdi…
Tüm bencilliğimle, zencefil. zerdeçal, tarçın, bal ve süt karışımı ile gittikçe şiddetlenen öksürüğümü kesmeye çalışırken; boğazı kuruyan, yüreğine kor düşen şehit yakınlarının acısını hangi karışım keser?
Tam burda, Senai Demirci’nin dili ile üzülme ‘Lâ tahzen, innAllahe meânâ? Demek geliyor içimden..
“Üzülme,.. O’nun en sevdiği kulu da yalnız kaldı. Taşlandı... Sürüldü… Yaralandı… Aç susuz kaldı... Yuvasına uzaktan gözyaşları içinde baktı… Mağarada yapayalnız ve korunmasızdı… Senin gibi üzülen yol arkadaşına sonsuz müjdeler veren tebessümüyle fısıldadı?
GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ
“Bizi bize bırakma Rabbim…”