Sıcaktan bunaldığınız bir an hayati bir iş için devleti temsil eden herhangi bir kuruma giriyorsunuz… Girdiğiniz an geriliyorsunuz…
“Babanızın çiftliği mi burası, ne bu hal, kalk lan ayağa, toplan bakim kızım biraz hanımefendi ol…”deyip nara atasınız geliyor ama atamıyorsunuz... Mahkûmsunuz, mecbursunuz, işiniz bitecek fakat işinizden önce siz bitiyorsunuz…
Babasının çiftliği ya;
Bulunduğu alanı ahır gibi görme buna göre kendisine rol biçme hakları var… Bu haklarını sınırsız kullanabilirler… Saygımız sonsuzdur…
Kroşe bir vuruşla giriş yapmış olmam, görevinin bilincindeki liyakat sahibi devlet çalışanlarını rencide etmesin sakın… Onları tenzih ederek bokstaki bütün temel vuruşları yaymak istiyorum sözlerime… İsteyen aparkatı, isteyen kroşe, dileyen sol ya da sağ direkten nasibini alabilir…
Gittikçe çoğalıyorlar… Şifa için gittiğiniz herhangi bir hastanede her an verem, her hangi bir adliyede mahkûm, kamuya ait herhangi bir devlet dairesinde ezik ya da keyfiyet mağduru bir suçlu olma ihtimaliniz yüksek…
Ergenekon davaları sürecinde bir devlet büyüğü ile yaptığımız sohbette sarf ettiği şu sözler hafızamdan hiç çıkmadı… “Bu süreçte korktuğum tek şey devlet dairelerinin zafiyete uğraması ve devlete olan güvenin temelinden sarsılması en büyük korkumdur…”
Boşuna devlet adamı olunmuyor dedikleri bir bir gerçekleşti.. Ergenekonla başlayan kumpasların bürokrasiye olumsuz tesirinin ardından FETÖ soruşturmalarında oluşturulan korku politikaları, izlenen metotlar, hınç alma duyguları, koltuk savaşları, siyasi rekabetler, sendikal harpler, kişisel husumetler ve hasede dayalı ihbarlar, resmi dairelerde ki lakaytlığı ve güvensizliği bire bin katarak artırdı…
Çalışanlar arasında süregelen bir avuçluk iş barışı ortamlarını felç etti… Kadroların her kamu sektöründe liyakatsiz imtiyazlılara serpiştirilip ulufe gibi dağıtılması, aslanın kediye boğdurulması malum keşmekeşliğin temel sebeplerini oluşturdu…
25 yıllık memuriyet hayatımda bir kişiye bile olsun git dilekçe yaz gel dememiş, vicdanımla barışık, sokağa çıkınca boynu yerde yalnızlık yürüyüşleri yapan bir eski bir kamu personeli olmamanın mutluluğunu yaşayan bahtiyar bir emekliyim elhamdülillah…
Kartlaşmış ya da zerk ettiği ahbeseyni birinci kata düşmemiş taze devlet çalışanları bilmeliler ki!
Dün kamu personeli olup vatandaşa kaba davranan, azarlayan, bunu bir matahmış gibi gören, kasılmaktan boyun kasları kireç tutmuş, kubarmaktan omuzları kulak memelerine değen, sırtında oklava bağlı Seydişehir tabiri ile gasalaklar (ukalaların) bugün toplum içerisinde yalnızlıkları ile başbaşalar…
Vatandaşın vergileri ile maaşlarının ödendiğinden habersiz ve maalesef çoğunlukla eyvallah çekmek zorunda kaldığımız, utanma özürlü bu kişilere asla azarlama fırsatı verilmemeli… Taşıdığı mesuliyetin farkında olan sorumluluk sahibi devlet çalışanlarının dışında, sakızı kavga edercesine çiğneyerek derdime merhem olmaya çalışan tiplere samanla harmanlanmış camız tezeğini şappadanak ağzına kapatası geliyor insanın…
Düşünebiliyor musunuz?
Sen liyakatsizliğine rağmen devletin makam, koltuk, masa, maaş, lojman, araba ve bir sürü ekonomik ve sosyal imkanlarından faydalanan olacaksın sonra da bütün bu devlet imkanlarını hayal bile edemeyen dayı yoksunu vatandaşa eziyeti mehel göreceksin…
Seher vakti çalışmaya başlamış bir köylü kadının cezaevindeki eşini ziyareti sırasında şalvarının huni tipli cebinin en dibine birikmiş tahıl tozundan rahatsız olup “buraya pisliklerinizle gelmeyin” diyerek azarlayan, aşağılayan çapsız bayan infaz koruma memurunu da unutamadım…
Sahi, seni anan Bebek’te mi, Teşvikiye’de mi, Arnavutköy’de mi yoksa Etiler’de mi doğurdu… Duanı beni sakinleştiren o ihtiyar kurt’a yap…
İş gören dört kişi dışında, buldukları her sert cisme çöreklenmiş sıra bekleyen onca insanın karşısında nahoş hareketler, umursamaz tavırlar sergileyen, hasta kabul standını işgal etmiş 11 sağlık memuru adayı ve çalışanlarının fütursuzca sergiledikleri davranışları yönetim hiç mi görmez acaba? Hiç mi uyarmaz? Disiplini, sistemi yok mudur bu idarenin?
Rezillik paçadan akıyor…
Sırasına riayet etmeyen, acil servisi ve hastaneyi yaşam alanı gibi gören, hastane müdavimi arsız vatandaşların olduğu vakidir ancak işe girinceye kadar öpmedik el bırakmayan girdikten sonra da siyasi erkin verdiği şımarıklıkla ömrünü okumak, öğrenmekle geçirmiş doktora hükmedecek kadar güçlü hisseden fertlerin varlığı da vakidir...
Hülasası;
Dünün gubuz devlet çalışanları bugün nefretle anılıyor yaşayanları da yalnızlıkların da boğuluyorlar…
Unu elemiş eleği duvara asmış bir tekaüt olarak tavsiyem odur ki...!
Herkes haddini bilsin…
GÜNÜ SÖZÜ YAZININ ÖZÜ
“İyi ki Rab’bimiz tek sığınağımız… Ne “usandım” der… Ne de “ Yine mi sen” Hep şefkat hep merhamet… Ya O’nun yarattığı biz…”