Herkese bir selam ile başlayalım bu yazıya. Benden emin olabilirsiniz, benim elimden, dilimden zarar gelmez demek mahiyetinde. Fakat kalemimin sözünü veremiyorum. Ufak bir simülasyona sokuyorum sizi; “sen cebindeki telefonu bir çıkar bakayım delikanlı, ya bu gençler iş beğenmiyor, işsizlik yok iş beğenmemek var yoksa her yer iş, yeni nesil işte ne bekliyorsunuz ki, z kuşağı bizi mahvedecek.” Bizi z kuşağı mahveder mi bilmiyorum ama bizi cehalet mahveder, bizi kötülük mahveder, bizi peşin hüküm mahveder, bizi dedikodu mahveder. Hem de öyle bir mahveder ki en içerden yer bitirir bizi. Lime lime eder her bir yanımızı. Kulaktan kulağa söylenen o “Fatma’nın oğlu da gitti bir bölüm okudu, o kadar masraf yaptı adamlar. Yazık her ay para göndereceğiz diye canları çıktı, geldi ipsiz sapsız dolanıyor, bari askere maskere gitse de orada kalsa, e işi olmayana kız da vermiyorlar, kaç yaşında adam oldu babası mı besleyip duracak, polislik dene demişler, bekçi ol demişler onu da olmuyormuş.”
“Ahmet Abinin kızı iki yıldır evde, o kadar okudu neymiş kpss çalışıyormuş, annesi de hiçbir iş yaptırmıyor kpss çalışacak diye atandığı da yok kaç yıldır evde. E canım bu kadınlar iş hayatına atılıyor çalışacağız diye tutturuyor diye erkekle hep işsiz kalıyor, hayırlı bir kısmet gelsin evlensin kocası baksın işte, hep aç gözlülük bu, ne hırsmış canım bu böyle.” Diye söylenen tüm bu laflar mahveder bizi.
Her gün ekonomik anlamda daha da zora girdiğimiz bu dönemde, ahlaki yozlaşmanın hat safhada olduğu, istismarın, ölümlerin, haksızlıkların adaletsizliklerin alıp başını gittiği, televizyonda ki haberleri izleyemediğimiz artık yüreğimizin kaldırmadığı bu kötü günlerde bir de gençlerin üzerinde ki bu kimseye yararı olmayan baskı bizi mahveder. 12 yıl zorunlu eğitimini tamamlamış, ardından üniversiteye gitmiş dört yıl eğitim almış, 16 yılı eğitimle, kalemle, kitapla geçmiş birisinin çalışma alanı tam da okuduğu ve mezun olduğu alan üzerinedir. Bunu sağlamak devletin görevidir. Okumayacağı düşünülen çocuk için hep söylenen “herkes doktor, mühendis, öğretmen olacak diye bir şey yok, bu ülkenin fırıncıya da ihtiyacı var, temizlik görevlisine de, marangoza da, tamirciye de”, sözlerinin hiçbir karşılığı kalmadı. Zaten mecbur bırakılıyorlar. Şimdi öğretmenlik okuyanlar inşaatlarda, mühendislik okuyanlar alışveriş merkezlerinin kasalarında, sağlık okuyanlar sanayilerde çalışıyor. Hayat bir sınavdı ve bazıları çok fena bir kaydırma yaptı. Hayatı kaydırma…
Artık okumanın, eğitimin, üniversite mezunu olmanın değersizleştirildiği bu günlerde inşaatta çalışan öğretmenlerin ölümlerine üzülüyor, eğitimsiz insanların ya benimsin ya toprağın nidalarıyla katlini izliyor, toplum baskısı ve psikolojik sorunlar gibi nice dertlerin sebep olduğu intiharlara şahitlik ediyoruz. Eğer mezuniyet alanıyla ilgili iş bulamamak, böyle bir alanının devlet yoluyla sağlanmaması, artık kamu personeli seçme sınavından kaç aldığının önemi olmaksızın atamanın yapılmaması gençlerin hatasıysa evet gençler iş beğenmiyor, işsizlik yok iş beğenmemek var.
İşsizlik değil bu. İş sizlik! Siz iş sahibi olmak isterseniz, amacınız gerçekten hayatta kalmaksa, gider ne iş bulursanız çalışırsınız demek. Bir neslin, gençlerin, hayallerin, ideallerin bitişini izlemek demektir. Umudu baltalamak, fark oluşturamamak, geride hoş bir seda bırakamamak demektir. İstenilen hayat, sabah gün ağarırken işe gidilmesi, gece karanlığı çökerken eve dönülmesiyse; keşke her birlikte başka şeyler dileseymişiz. Bu gençler için değil, bu herkes için, tüm insanlık için yıkıcı bir durum. Yaşımız kaç olursa olsun yalnızca cebimizde telefonumuz, altımızda arabamız, başımızı sokacağımız bir evimiz olsun diye yıllarımızı harap ediyoruz. Hafta sonu bilmeden, tatil bilmeden, 365 gün, 12 saat çalışıyoruz. Şanslı olanlarımız akşam beşte mesaisine veda ediyor.
Bu kadar yoğun bir çalışma temposuna, ağır işlere mahkum edilmiş insanların günlük enerjilerinin, neşelerinin, motivasyonlarının yüksek olmasını, fiziken ve ruhen sağlıklı olmalarını bekliyoruz. Bazı zamanlar küçük bir tatilin, keyfi alınan bazı şeylerin lüks olduğunu düşünüyoruz. Çünkü iyi olan hiçbir şeyi hak etmiyoruz. Bizlere hep kazanmanın hak etmekten geçtiği ve bunun kolay olmadığı öğretildi. Saatlerce çalışırsak, dişimizi tırnağımıza takarsak, ayaklarımız su toplar, yük taşımaktan sırtımız ağrırsa ancak o zaman memnun edebiliriz patronumuzu, ancak o zaman kazancımız hak edilmiş bir kazançtır. Endişe duyarız haram yemekten, aman deriz, benim onlara hakkım geçmesin de, benim hakkımı yerlerse yesinler…
Hakkımızı aradığımız, hak ettiğimizi düşündüğümüz, konuşmaktan, dayanışmaktan korkmadığımız, gencimizle, yaşlımızla birbirimizi desteklediğimiz günleri gözlerimde bir pırıltı, bir ışıkla bekleyeceğim. Birbirimizin dedikodusunu yapmadığımız, kuyumuzu kazmadığımız, işçinin patronunun iyi niyetini kullanmadığı, esnafın hile yapmadığı, patronun emek sömürmediği, devletin; milletine, gencine, vatandaşına sahip çıktığı, hayatlarımızın beş şık arasında kalmadığı, eşit ve adil bir ülke hayalimi artık bulutların ardında aramak değil, göz hizamda gerçekleşmekte olan projeler görmek istiyorum.
İşsizlik, iş sizlik, iş bizlik olmasın.