Bir sonraki gün kafile halinde yaya olarak Kudüs turu yaptık… Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan inançlarının en uç seviyede var olduğu mahalleri gezerken Yahudilerin Müslümanlara bakmadan tedirgin yürüdükleri gözümden kaçmadı… Öylesine korku içerisindeler ki rehberlerimiz sürekli uyardı yüksek sesle hapşırmayın korkarak şikayetçi olurlar… Yahudilerin kutsal günüydü ve her adım başı favorileri yan taraftan uzatılmış çocuk ve büyükleri ellerinde uzunca bir yaprak parçası ile görmek mümkündü…
Taş duvarlar arasında Hıristiyan mahallesine girerek Hıristiyanların Meryem Validemizin anne ve babasının defnedildiğine inandığı kiliseyi ziyaret ettik… Kilise havasız, karanlık ve kasvetliydi… Bu kilisede üç mezhebin ayrı ayrı ibadet alanları bulunuyor… Üç mezhebin ayrı ayrı ibadet alanları bulunduğu ve mezhepler arasından ihtilaf ve çatışmadan dolayı Kilisenin anahtarının bir Müslüman aileye verilmiş olması ve o aileden bir ferdin her sabah kiliseyi sabah açıp akşam kapatıyor olması beni ilgilendiren tarafıydı…
Daha sonra Hazreti Davud AS’ın türbesinin bulunduğu Osmanlı Mahallesini ziyaret ettik. Davut AS ın türbesinin üstünde ibadete kapalı farklı inançlara sembolik köşelerin yapıldığı mescidi ziyaret ettik…
Yahudi Mahallesine girdiğimizde hem Hıristiyan hemde Müslüman mahallerine göre gördüğünüz her şey daha intizamlı, daha temiz, daha bakımlı daha konforlu olduğunu… Çöp kutularının daha küçük ve sürekli temizlendiğine şahit olabiliyorsunuz…
Ağlama duvarını uzaktan izleyerek Cuma namazı dolayısı ile Mescidi Aksaya gitmek için teğet geçtik ancak arkadaşlarım Osman Tüfekçi ve Rıfat Koyuncu ile Cuma namazı sonrası Merakımıza mucibe gelmeye karar vermiştik…
Namaz öncesi Mescidi Aksa alanına giriş kapısında çay içerken boynumuzdan hiç çıkarmadığımız Türk bayraklarını gören bir kişinin bizleri eli ile işaret ederek çocuğuna sevgi ile bir şeyler anlattığını gördüm ve yanıma çağırdım… Ürdünlü ve Filistinli iki genç öylesine kuckladılar ki bizi koklayarak adeta… Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan sevgilerini anlattılar ve kurtarıcılarının daha çok Türkler olduğunu söylediler… Duygu dolu anlardı…
Ve Rabbim Mescidi Aksa’da Cuma namazı kılmayı nasip etti… Cami’de Filisitinlilerin yanı sıra Müslüman ülkelerden gelenler vardı… Endonezya ve Malezyalılar çoğunlukta…
Namaz sonrası Filistinlilerin düzenlediği İsrail’i telin mitingine tekbirlerle eşlik ettiğim an duygularım tavandı…
Kubbetüs Sahra’yı Muallaka Taşı’nı ve Burak Mescitlerini ziyaret ettik… Muallak taşı öyle uydurulduğu gibi havada da durmuyordu… Burak mescidi Peygamberimizin Miraca çıktığı Burak isimli binek hayvanını geçici olarak bağladığı bir yerdi… Mescidi Aksa nın doğu tarafında avluda bir merdivenle inilerek girilen ve Emevi Halifesi Mervan tarafından yaptırılan oldukça geniş bir mescidi ziyaret ettik… Daha sonra Mescidi Aksa hemen girişinde yine merdivenle inilen ve uzun ve iç içe odalar şeklinde geniş bir mescid ve kütüphane bulunuyordu… Burada Hz. Meryem Validemizin ibadet için kapandığı ve ilahi bir ikramla yazın kışlık ve kışın yazlık meyvelere nail olduğu hücreyi gördük…
Bu ziyaretlerin ardından Ağlama duvarına gitmek için Osman Tüfekçi ve Rıfat Koyuncu ile kafileden ayrıldık… Dar ve kalabalık sokaklardan geçerek turnikeler ve İsrail askerinin kontrolünden geçmek üzere Ağlama Duvarı girişine geldik… Çantaları didik didk arıyorlardı… Osman Tüfekçi İsrail askerine boynundaki Türk bayrağını gösterince çantaları kontrol etmekten vazgeçip üçümüzü de kontrol etmeden ‘geçin’ diyerek bize imtiyazlı davrandı…
Fotoğraflarda gördüğünüz açık alan ağlama duvarının hemen sol yanında da kapalı bir ağlama duvarı var… Yahudiler çocuk büyük muharrif Tevrat’ı okuyarak ibadet ediyorlar… Ellerinde ki bitkileri ovalayarak mırıldanıyorlar… Onlar ağlarken bizlerde tebessümlerimizle sızlanmalarına aklımızca mukavemet ediyorduk… Uzunca süre kaldığımız Ağlama duvarında sivil polislerin takibinde olduğumuzun da farkındaydık… Dikkat ettiğim şeylerden bir tanesi asla ve Yahudiler asla ve asla bir Müslümanlar göz göze gelmiyorlar, bakmıyor olmalarıydı…
Gün bitmişti… Oteldeki istirahatımızın ardından sabah erken saatlerde Zeytin Dağına gitmek üzere yola çıktık… Filistinlilerin yoğun yaşadığı bölge yine çöp deryası içinde ve trafik yoğunluğu keşmekeşlik derecesindeydi… Sahabe kabirlerinin bulunduğu Mescidi Aksayı görebildiğimiz Kudüse Hakim yüksekçe bir tepeydi aslında Zeytindağı…
Ve Eski Yafa… Telavive irtibatlı bir İsrailin tam ortasında birOsmanlı şehri… Kafile olarak ziyaret ettiğimiz Manisalı Hasan Paşanın memleketinde varlıklarını satarak yaptırdığı Hasan bey caminde iki rekat namaz kıldıktan sonra sahil boyu seyrederek kent merkezine geldik… 1900 tarihli Sultan 2. Abdülhamid’in saltanatının 25. yılında yapılmış saat kulesi… eski Yafa'nın kalbine vurulmuş bir mühür gibi… Şehir meydanında yer alan bu kule mahzun haliyle bir şeyler anlatır gibi... Üzerinde dalgalanan İsrail bayrağı ise yürek dağlıyor adeta... Önünde fotoğraf çektirmekle yetindik…
Yakınında ki Mahmudiye Külliye’sini ziyaret ettikten sonra da güzel ülkemize dönüş için Telaviv havaalanına gitmek üzere yola çıktık… Yine kontrol sonrası havaalanına girdik…
İsrailli yetkililer pasaport ve çıkış işlemlerini yaparken; çeşitli sorular soruyorlar… Neden Geldiniz? Tanıdığınız birileri varmı? Nereleri gezdiniz? İngilizce biliyor musunuz sorusuna ise no diyerek cevap vermemenin çelişkisini yaşayarak THY’na ait uçağımızla İstanbul’a döndük.
Kudüs’le ilgili duygularımı ise kafilemizde bulunan İlknur Yağmur Kaya kardeşimin yüreğinden çıkan sözlerle aktarmak istiyorum sizlere…
“Kudüs.. Öksüzlüğün toprak kokusu. Neyi özlediğini anlamanın buruk sevinci. Kimsesizliğin yanık sesi. Yürekteki derin iç çekiş. Gecenin yalnız yürüyüşü. Yetim bağrımın Aksa yorganı. Gelin olacak kızın anne koynundaki son gecesi. Kocası bir gün döner diye yıllarca çoraplarını dahi saklayan sadık kadın. Minik bir kalbin resim defteri Aksa.. Kimseler üzülmesin diye kuytu köşelerde bi başına ağlayan fedakar, berceste, yaşlı bir kalp. Senelerce mühür gözlüsüne aşkını itiraf edememiş şermsar delikanlı. Duvarlarındaki çığlıklar. Sokaklardaki zalimliğin mahuf ayak izi Kudüs.. Babasız büyümenin verdiği endişeli adımlar, korkulu gözler, mecruh çıkan bir ses Aksa..
Şimdi bu mescidin avlusunda göğe bakarak dönsem, Yaradana tebessüm etsem, düşünsem tutsaklığın bitişini, hayal etsem geleceğin umutla beni beklediğini... Deli gibi dönsem diyorum, vurulur muyum?”