Hakkı BALCI
Köşe Yazarı
Hakkı BALCI
 

MESLEKİ KİBİR…

Bugün sokaklarda nadir gördüğümüz, sosyal ortamlardan uzak, tanıdığım birçok şahsiyetin görünmezliği, kibir hastalığının kaçınılmaz tezahürüdür… Yöresel tabiri ile gasalaklık yani kibir, büyüklenme kavramlarının içini dolduran, başkalarını küçük görme, makam, mevki, ün, şan, para, cüsse, nüfus üstünlüklerini habis ruhları ile birleştiren insan yalnızlıklarıdır bunlar… Umuma açık bir ortam da ilçemize yeni atanan dönemin Seydişehir kaymakamı Cemil Aksak, dost gurubu ile hasbıhal ederken kapıdan giren bir zatın geriye kaykınarak, şişkin gıdığını daha da belirginleştirip kibirle ve gözünün ucu ile etrafı süzdüğünü görünce sormuştu… Kaymakam Cemil Aksak’ın ilçemizde yeni olduğu için birazda tanımak maksatlı “kim bu vatandaş?” sorusuna espri ile spontane bir cevap vermiştim… ‘Efendim bu zat; Seydişehir kaymakamı…’ hâlbuki anası soğan babası sarımsak benim gibi sıradan bir köylü, hasbelkader bir muallimdi… Bu hal; ilk intiba açısından cidden çok önemli ancak yaşamını, eylemlerini, büyüklenme duygusunun esiri haline getiren, insan olma özelliğini mesleki kibir illetinin iflah olmaz sarmalına kaptırmış bir ömrün sahibi olmak ne kadar zor…  Kamu emeklisi bir insanım… Bu anlamda devlet kapısında bir işimin olması, toplumun imtiyazlı vatandaşı olmam bana ve benim pozisyonumda olanlara belki daha müreffeh bir hayatı getirdi ancak hep şunu düşünmüşümdür… Devletin memuru olmayı sadece ben mi hak etmiştim? Yerimde olmak isteyen, liyakat sahibi binlerce insan yok muydu? En üst makamdan herhangi bir mezrada en düşük kadro ile görev yapan devletin memurları sadece bu pencereden bakarak kendisine verilen yetki ve sorumlulukları insani unsurlarla bezese; bugün bu ülke; hem müreffeh hem mutlu hem de birbirine saygılı insanların yaşadığı bir ülke olurdu… Devlet sana, makam, mevki verecek, nam, şan, ün, kariyer masa, koltuk verecek ve sen bütün bunlardan mahrum olan vatandaşa zorluk çıkarmayı, azarlamayı, ücretini onun ödediği vergilerden aldığını unutup ‘siz’ diye hitap eden vatandaştan gözlerini kaçırıp burnumdan kıl aldırtmam edasında ‘sen’ diye hitap etme hakkını kendinde bulacaksın… Görev alanında memuru bulunduğu insanlara selam vermemeyi bir matah zanneden amirin, işini bir an önce bitirip diğer işlerine dönmeyi hedefleyen vatandaşı sabah sabah başka derdin mi yok üslubu ile azarlayan memurun bittiği günler umarım gelir… Özel sektör ya da kamu alanında mesleğindeki üstünlüğünü insanlığın üstüne çıkarmış olanlar bilmelidirler ki; gücü, kuvveti ile kibir etmek ne an itibari ile nede o makamı, namı kaybedince hiçbir fayda sağlamayacaktır… Hayvanların kuvvetleri, insanlardan çok fazladır… İnsan fil kadar kuvvetli olamaz... Kaplan gibi koşamaz... Kuş gibi uçamaz… Dolayısı ile hayvanlar, bir bakıma insandan üstündür diyebiliriz... Öyleyse; hayvanlarda da bulunan üstünlüklerle kibirlenmek niye? Öte yandan; malı ile beraber kahrolup giden Karun’u niçin unuturuz bilmem... Hiç kimse; bu sözler hangi olaydan yola çıkarak köşe yazısına dönüştü gibi soru sormasın lütfen… Herkesin kendisini kontrol etmesi, varsa; kibirden, üstünlük hastalığından bir an önce sıyrılması kendi menfaatinedir… “Kalbinde zerre kadar büyüklük hissi bulunan kimse Cennet’e giremez…” ayetinden habersiz bu hastalıklı tipler; başkalarının büyüklük ve meziyetlerine tahammül edemese de, yine de kendilerinden bir şey umduğu kimselerle aynı karelerde bulunmayı asla kaçırmaz; dünyevilerin arkasından koşturur durur ve düz insanlarla bir arada bulunmayı, aynı kareye düşmeyi kendine zül sayarlar... Bu ahval yine Kaymakam Cemil Aksak’la yaşadığımız bir hatırayı hatırlattı bana… Ziraat Bankasını teftişe gelen bir müfettiş her akşam mesai bitimiyle yanımıza gelir ancak selamı Kaymakam beye verir, sözlerini ona hitaben söyler, ayrılırken de sadece ona ‘iyi akşamlar’ derdi… Aklın sıra biz avamdık… Bu durumun farkında olan Cemil bey Hafifçe eğilerek ‘müfettiş bey benim arkadaşlarım ukalalığı sever ama ukalalıkta kendilerini geçeni hiç sevmezler’ diyerek kinayeli bir ders vermişti… Rabbim tevazusu kalpten idarecileri bol kılsın inşallah… Hülasası; Bu şehrin sokakları ve tarih; nice kibirli, selamsız, sebatsız her şeyde kerameti kendinden ve insanları diğerleri olarak görüp, onları kadirbilmez nankörler, gerçeği görmez, cahil zümeralar, şeklinde nitelendirenleri gördü… Gelin görün ki! Bugün aynı sokaklara, insan içine çıkamaz haldeler… Dilimize pelesenk olmuş ve herkesin kendi zafiyetlerini örtmek için kullandığı ‘eğitim şart’ serzenişi var ya hani; eğitim şart evet ancak eğitilmeye meyilli kalp var mı bilmiyorum… GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ
Ekleme Tarihi: 13 Kasım 2021 - Cumartesi

MESLEKİ KİBİR…

Bugün sokaklarda nadir gördüğümüz, sosyal ortamlardan uzak, tanıdığım birçok şahsiyetin görünmezliği, kibir hastalığının kaçınılmaz tezahürüdür…

Yöresel tabiri ile gasalaklık yani kibir, büyüklenme kavramlarının içini dolduran, başkalarını küçük görme, makam, mevki, ün, şan, para, cüsse, nüfus üstünlüklerini habis ruhları ile birleştiren insan yalnızlıklarıdır bunlar…

Umuma açık bir ortam da ilçemize yeni atanan dönemin Seydişehir kaymakamı Cemil Aksak, dost gurubu ile hasbıhal ederken kapıdan giren bir zatın geriye kaykınarak, şişkin gıdığını daha da belirginleştirip kibirle ve gözünün ucu ile etrafı süzdüğünü görünce sormuştu…

Kaymakam Cemil Aksak’ın ilçemizde yeni olduğu için birazda tanımak maksatlı “kim bu vatandaş?” sorusuna espri ile spontane bir cevap vermiştim… ‘Efendim bu zat; Seydişehir kaymakamı…’ hâlbuki anası soğan babası sarımsak benim gibi sıradan bir köylü, hasbelkader bir muallimdi…

Bu hal; ilk intiba açısından cidden çok önemli ancak yaşamını, eylemlerini, büyüklenme duygusunun esiri haline getiren, insan olma özelliğini mesleki kibir illetinin iflah olmaz sarmalına kaptırmış bir ömrün sahibi olmak ne kadar zor…

 Kamu emeklisi bir insanım… Bu anlamda devlet kapısında bir işimin olması, toplumun imtiyazlı vatandaşı olmam bana ve benim pozisyonumda olanlara belki daha müreffeh bir hayatı getirdi ancak hep şunu düşünmüşümdür…

Devletin memuru olmayı sadece ben mi hak etmiştim? Yerimde olmak isteyen, liyakat sahibi binlerce insan yok muydu?

En üst makamdan herhangi bir mezrada en düşük kadro ile görev yapan devletin memurları sadece bu pencereden bakarak kendisine verilen yetki ve sorumlulukları insani unsurlarla bezese; bugün bu ülke; hem müreffeh hem mutlu hem de birbirine saygılı insanların yaşadığı bir ülke olurdu…

Devlet sana, makam, mevki verecek, nam, şan, ün, kariyer masa, koltuk verecek ve sen bütün bunlardan mahrum olan vatandaşa zorluk çıkarmayı, azarlamayı, ücretini onun ödediği vergilerden aldığını unutup ‘siz’ diye hitap eden vatandaştan gözlerini kaçırıp burnumdan kıl aldırtmam edasında ‘sen’ diye hitap etme hakkını kendinde bulacaksın…

Görev alanında memuru bulunduğu insanlara selam vermemeyi bir matah zanneden amirin, işini bir an önce bitirip diğer işlerine dönmeyi hedefleyen vatandaşı sabah sabah başka derdin mi yok üslubu ile azarlayan memurun bittiği günler umarım gelir…

Özel sektör ya da kamu alanında mesleğindeki üstünlüğünü insanlığın üstüne çıkarmış olanlar bilmelidirler ki; gücü, kuvveti ile kibir etmek ne an itibari ile nede o makamı, namı kaybedince hiçbir fayda sağlamayacaktır… Hayvanların kuvvetleri, insanlardan çok fazladır… İnsan fil kadar kuvvetli olamaz... Kaplan gibi koşamaz... Kuş gibi uçamaz… Dolayısı ile hayvanlar, bir bakıma insandan üstündür diyebiliriz... Öyleyse; hayvanlarda da bulunan üstünlüklerle kibirlenmek niye? Öte yandan; malı ile beraber kahrolup giden Karun’u niçin unuturuz bilmem...

Hiç kimse; bu sözler hangi olaydan yola çıkarak köşe yazısına dönüştü gibi soru sormasın lütfen… Herkesin kendisini kontrol etmesi, varsa; kibirden, üstünlük hastalığından bir an önce sıyrılması kendi menfaatinedir…

“Kalbinde zerre kadar büyüklük hissi bulunan kimse Cennet’e giremez…” ayetinden habersiz bu hastalıklı tipler; başkalarının büyüklük ve meziyetlerine tahammül edemese de, yine de kendilerinden bir şey umduğu kimselerle aynı karelerde bulunmayı asla kaçırmaz; dünyevilerin arkasından koşturur durur ve düz insanlarla bir arada bulunmayı, aynı kareye düşmeyi kendine zül sayarlar...

Bu ahval yine Kaymakam Cemil Aksak’la yaşadığımız bir hatırayı hatırlattı bana… Ziraat Bankasını teftişe gelen bir müfettiş her akşam mesai bitimiyle yanımıza gelir ancak selamı Kaymakam beye verir, sözlerini ona hitaben söyler, ayrılırken de sadece ona ‘iyi akşamlar’ derdi… Aklın sıra biz avamdık… Bu durumun farkında olan Cemil bey Hafifçe eğilerek ‘müfettiş bey benim arkadaşlarım ukalalığı sever ama ukalalıkta kendilerini geçeni hiç sevmezler’ diyerek kinayeli bir ders vermişti…

Rabbim tevazusu kalpten idarecileri bol kılsın inşallah…

Hülasası;

Bu şehrin sokakları ve tarih; nice kibirli, selamsız, sebatsız her şeyde kerameti kendinden ve insanları diğerleri olarak görüp, onları kadirbilmez nankörler, gerçeği görmez, cahil zümeralar, şeklinde nitelendirenleri gördü…

Gelin görün ki! Bugün aynı sokaklara, insan içine çıkamaz haldeler…

Dilimize pelesenk olmuş ve herkesin kendi zafiyetlerini örtmek için kullandığı ‘eğitim şart’ serzenişi var ya hani; eğitim şart evet ancak eğitilmeye meyilli kalp var mı bilmiyorum…

GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve toroslargazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.