İnşallah yanılırım ama nefretin, kutuplaşmaların en üst seviyeye çıktığı bugünlerde ajanslara düşen 24 Haziran seçim haberi, kin ve nefretin azgınlığa dönüşeceğinin de habercisi gibi…
Artık üç ay boyunca dogmatik anlayışın sesi gür, gücü büyük, bireysel ve kurumsal temsilcileri, pervasızlıklarını en üst seviyeye çıkararak huzurumuzu def edecekler…
Birileri her gün rasyonel olmayan bir düşünce, bir iddia ile karşımıza çıkacak, ilkesiz medya gurupları ve önemli bir bölümümüz de duyduklarımızı mutlak hakikat sayıp etrafımıza kin ve nefret sunacağız… Kendi ellerimizle kendi huzursuzluğumuzun sofralarını kuracağız…
2.207 km²’lik alana sığan Seydişehir’den biz, 783.562 km²’lik alana sığan ülkemizden hepimiz, algı yönetimlerinin bir parçası halinde eski ordu marşına nazire edercesine, çağın balta ve hançerleri sosyal paylaşım sitelerinden koro ve solo halinde birbirimize kin nefret kusacağız…
Bilgisayarımın başına geçinceye kadar ülkelerin kalkınmasında en önemli unsurlar olan, medyatik olmamış, siyasete bulaşmamış, din, bilim, fikir ve sanat adamlarından oluşan bir ekibin toplumsal uzlaşı üzerine bir proje hazırlaması gereğine değinmeyi düşünürken sosyal medyada seçim savaşlarının çoktan başladığını gördüm bile…
Halbu ki! Yakın jenerasyonum çok iyi bilir…
80 öncesi, ülkemizi faşist, militarist 12 Eylül darbesine sürükleyen ayrıştırıcı manipülasyonların parçası olduğumuzu ve birbirimize yumruklar attığımızı… Bugün ise; o günlere ‘cahiliye dönemi’ benzetmesi yapacak erdemliliğe ulaşıp dün yumruk savurduklarımızla dost olup pişmanlıkları yaşadığımızı anlatır dururuz… Niçin ders almayız bilmem?
Tam bu satırları deruhte ederken, WhatsApp hattıma bir dostumdan düşen Kerimcan Tamal’ın ‘trafik blues’ başlıklı makalesi, yazımın ortasına oturuverdi…
Tamal “Her araçta korna olduğu kadar frende var ve ikisine de basmak aynı çabayı gerektiriyor ama herkes fren yerine kornayı tercih ediyor. Peki niye? Sorusuna cevaplar bularak bir bölümünde şu tespitlere yer vermiş…
“Oysa siyaset seni sevseydi sende hemşerini severdin. Siyaset seni saysaydı sende diğerlerini sayardın. Siyaset sana hakkını verseydi sende başkalarının hakkını tanırdın. Korna yerine frene basardın. Yol verirdin. Gülerek gülümseyerek geçirirdin gününü, kaşların otomatik çatılı değil…
… Dün kamusal alanda başörtüsünü dışlayan gelişmemişlik bugün kamusal alanda şort giyen kadının ağzına tekm-e atarak intikam alıyor. Demokrasi, provokatif lezzetinden vazgeçmediğin gaddar siyasi rövanşlar üzerine kurulmaz. Demokrasi, birbirine yaşattıkları acıları yine birlikte sararak, kavgalarının geçmişini karşılıklı şefkatle, sevgiyle unutturarak, mecburi ortak yeni dünyalarını benzer acılardan müstesna kılmaya çalışılarak kurulur. Kimse kimseyi yenemez. Kimse yanılmasın. Kimse kazanmaz kimse kaybetmez…
… Kornaya değil frene basın. Birbirinize yol verin. Selam verin. Sevin birbirinizi. Hoş görün. Her şey geçer biz kalırız geriye…”
Tamal’ın tespitleri her harfi ile hepimizin ülkemizin kısa bir portresi niteliğinde…
Hepimiz etrafımızı çevreleyen coğrafyadaki hayatlardan haberdar iken; hala ibret almamış olmamız cidden çok acı… Böyle devam ederse de, korkuyorum kaçınılmaz bir felaket eşiğimizde…
Aslında toplumsal barış; malum siyaset atmosferinden kurtulup fikir ve düşünce özgürlüğüne, kimsenin dinine, ideolojisine hakaret etmeden sağlanabilir…
Barış ve huzur, insanların birey birey istemesi halinde gerçekleşir… Birlikte oluşturacağımız barış ortamı da huzuru getirir… Oluşturamıyorsak; huzurun tesisi de mümkün değildir… Bencilliği bırakmadığımız sürece de bu iki kavramın gerçekleşmesi bir ideali dillendirmekten öte gitmez…
İlçemizde son günlerde vukuu bulan cinsel istismar, iğrenç ötesi ölümlü vakıa ve bir engellinin uğradığı iğrenç hadise oto kontrolünü yitirmiş bir millet tezahürüdür…
Allah korkusu kalmadığı gibi “bir hatam olur, babam, annem, dayım amcam, komşum arkadaşım, büyüklerim duyar” hörfü de kalmamış insanlar da…
Ve sonuç ortada…
Hülasası;
Yozlaşmayı ve herkesin bildiği, hatta devletinde görmezden geldiği toplumdaki mağdur kesimlerin ortak alanlarımızdan adaletli bir şekilde pay almadığını göz önünde bulundurup, ekonomik çıkmazları da bu kokuşmuşluğun, sebepleri arasına koyarsak; topyekun bir değişime ihtiyacımız olduğu gerçeğini görürüz…
Aşırılıklar, nefretler ne Rabbin bahşettiği fıtratta ne de İslam’da barınmaz…
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil hatta saygı duymak zorunda da değil ama hepimiz yaşadığımız ortak alanlarda birbirimizi kabullenmek zorundayız…
Rabbim hepimize hidayet versin…
GÜNÜN SÖZÜ YAZININ ÖZÜ
“Düşman sınırdan girdiği zaman, hiçbirimizi Türk, Alevi, Sünni, Zaza Laz, Kürt vs..sağcı solcu, müslüman laik diye ayırmadan vurur.. O yüzden birlik olma günüdür…”