Oğlum bugün giyeceği kıyafeti akşamdan ütületip, hazırladı. 18 Mart Çanakkale Zaferi için, arkadaşıyla okulda bir sunum yapacaklar. Okuldan eve gelince, büyük bir heyecanla olup bitenleri anlatacak. Benimde ona anlatacak bir hikayem var. Nede olsa çocuklar fıkra, hikaye, öykü türlerini çok severler. Hele ki uykuya kolay geçmeleri için anlattığımız masallar her çocuk için vazgeçilmezdir. Hoş masalları büyüklerde çok sever. Hele uyutan türdense…
Ey oğul, zamanlardan bir zamanda, mekanlardan bir mekanda, evren denen meçhulün, ismi konmamış bir gezegeninde, bir grup insan hep birlikte bir aile apartmanında yaşarlarmış. Kuru yavan, ekmek soğan, kah birlikte gülerek, ağlanacak vakitte sarılıp ağlayarak olup giderlermiş. Bu ailenin üst balkonu pek kıymetliymiş. Çünkü o balkonda koskoca bir destan yazmış dedeleri… Sağdan soldan, uzaktan yakından toplanıp gelen düşmanlar bir olup balkondan geçerek apartmanı zapdetmeye çabalamışlar. Ama aile büyükleri ne o kalabalıktan, ne toptan tüfekten korkmadan varlarıyla yoklarıyla, imanlarıyla, dualarıyla, her bir ölümün bin diriliş olduğu inancıyla korumuşlar kapıyı, püskürtmüşler kötüyü… O zamandan bu zamana , babadan oğula, anadan kıza bu destan anlatılmış, sadece dilde kalmamış kutlanmış, yadedilmiş, anılmış… Gel zaman, git zaman gelen yeni nesiller bu kutlamalara büyük önem vererek devam etselerde, apartmanın kapısını bacasını, büyük küçük penceresini açık bırakıp, yaşamaya devam etmişler. Kapı pencere açık olunca, elini kolunu sallayan, kimdir nedir belli olmayan, kuzeyden güneyden , doğudan batıdan, uzaktan yakından herkes, ha bire apartmana giriyormuş. Arada bir iki ses “ Kimsiniz? Necisiniz?” diye sormak istesede “misafiriz” diyen geliyormuş… O apartmanda ki kültür kendisi yemez misafire ikram eder, kullanmaya kıyamadığı döşeğini misafirine serermiş. Misafir dediğinde iki gün durur üçüncü gün “müsadenizle” der gidermiş. Bu defa bir şeyler farklıymış, misafirler pek bir sevmişlerki bu binayı yerleşme havasına girmişler. Köşedeki koltuğu, salondaki halıyı, kileri bodrumu boştaysa çatı katı almaya başlamışlar zamanla. Öyle de bir artıyorlarmış ki apartmanlıların bir torunu olurken, misafirler üçer beşer çoğalıyorlarmış.
Biliyorum oğul diyeceksin ki bu apartmandakiler ne yapıyorlarmış , olup bitene ses etmiyorlarmıymış? Büyük çoğunluğu ekmeğinin peşindeymiş. “ Benim karnım doysun, herkesin ne hali varsa görsün” modunda. Bir kısmı kılıç kalkan kuşanıp, televizyon başında tarih dizileri izleyerek, tarih yazabileceğine inanıyormuş. Azınlık bir kısımda oyuna dalmışlar. Mangala oynuyorlarmış. Hani şu “ az çok demeden mümkün olduğunca çok taşı kendi hazinene biriktirme oyunu” …………………………………………………………….
“Neden sustun anlatsana” dediğini duyar gibiyim. Devamını bende bilmiyorum evladım. Devamını o apartmanın gelecek nesilleri yazacak ve yaşayacak. Ben elimin hamuruyla, olmayan sıfatımla, dilimin döndüğüyle, mürekkep yettiğince, görüp anladığımı bu kadar diyebildim.
Bugün bizim yaşadıklarımız yarınlarımızın tarihi ve geleceği olacak.
Neyse bu sadece bir hikaye ve öykü büyütecek birşey yok. Haddimi aşmışsam affola. İlerde bir gün “ Mazlum kurt kırmızı başlıklı zalime karşı” masalını paylaşacağım köşemden. Uykudan önce anlatabilirsiniz büyüklere küçüklere,
selam ve dua ile