Keşke ! 29 Şubat Olsaydı.
Herşey zamanla geçermiş. Bu, acılar içinde geçerli midir? Gerçi geçmiş olsa bu kadar acıtabilir mi? Her 28 Şubatta düşünürüm; keşke 29 Şubatta yapsalardı bu zulmü, dört yılda bir kanasaydı yaralarımız. Ben Rabbimden razıyım. Allah kullarına zulmetmez. İmtihan dünyası ve elbette iddialarımızın ispatı istenecek hepimizden. 28 Şubat süreci de bu imtihanlardan biriydi. O süreçte yaptıklarımdan çok, yapamadıklarımın pişmanlığını taşıyorum halen. Doktor olmasına 6 ay kalmışken, okuldan atılan Derya, buna sebep olarak gösterilen başörtülerini, öpüp öpüp valizine koyarken, ağlamaktan daha fazlasını yapabilseydik mesela!.Tesettüründen sebep, derse alınmayan öğrencilerle,el ele yürüyüşler yapıp, sloganlar atarken, bununla yetinmeyip, yerden bir taş alıp, zalimin kafasına atmış olmayıda çok isterdim.
“ Öğretmensen, hemşireysen, mühendissen neden çalışmıyorsun?” diye soran çocuklarımıza, yeğenleremize daha açık yüreklilikle anlatsaydık, yapılan haksızlıkları… Bugün moda haline getirilen tesettürün , Allah’ın bir emri, uğrunda şehitler verilen bir ayet olduğunu.
“…..Nice küçük topluluklar, daha kalabalık topluluklara Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.”(Bakara Suresi 249 ) ayetleri bir bir nazil olurken yüreklerimize, dimdik karşı dururken bu zulme, direnişimizi zalimler değil, bizdenmiş gibi görünen ve zulme rıza gösterenler sarsıyordu. Değilmiydi ağacı kesen baltadır, baltanın sapı da ağaçtandır
Köşklerinde, başörtüsü teferruat mıdır? Fürüat mıdır ? felsefesi yapanların tutumları konuldu önümüze “ Onlar! razı. Siz de teslim olun. Peruklarınız bizden hediye ”
O günler de, hayatımızla, yakan top gibi oynayanlar ,hayallerimizi, umutlarımızı geleceğimizi yakarken bilmiyorlardı ki öldürüldükçe dirilen, yakıldıkça küllerinden doğan bir davaydı savaştıkları.
Kulaktan kulağa oyununun ilk cümlesini “Yazık bir metrelik örtüye sahip çıkalım derken, memur olamayacaklar ”diye fısıldarken münafıklar, bir elin parmağı kadar az ama bir yumruk kadar kuvvetli bacılarımız Resulullah’ın (sav) sözünü haykırarak bitiriyorlardı bu kirli oyunu; “ Dünya onların ahiret bizim olsun istemez misin ya Ömer? ”
İkna odalarındaki, vaad ya da baskılar çok ağır olsada “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz, ben bu yoldan dönmem “ diyen, peygamberin izinden giden, ey zamanın Meryemleri neredesiniz? Kunutlarımız da tüm zerrelerimizle okuduğumuz “ Tebbet yeda’ ebi lehebin ve tebb” ayetleri halen yankılanıyor mudur semalarda ?
Felsefe okuyacağımı duyup “Aman dikkatli ol, o bölümü okuyanların çoğu kafir oluyormuş ” diye bizi uyaran müslümanlar! , başörtüsü yasağı ortaya çıkınca; “Alemin safı sen misin? Hacıların hocaların kızları açıldı. Ne bu inadın, çıkar örtünü, yap işini ” diye nasihat edip! 180 derece dönerken… Felsefe bölümünün sözde dinsizleri “ Özgürlük adına, insan hakları adına sizin yanınızdayız. Tesettürünüzle dersimize girebilirsiniz ” açıklamalarını yaptılar. Secdeler de ağladık; iman neydi? Inanç neydi? Kimdi müslüman?
Belediyemiz geçen hafta Tiyatro Ankebut ekibini “Bin Yıl” isimli oyunlarıyla ağırladı. Güldürürken ağlatan, ağlarken düşündüren harika bir gösteriydi. Sol çaprazımda outran ve gözyaşlarıma pek anlam veremediği belli olan, bir küçükle göz göze geldik. Sanki o beni anlamak istiyor, ben de ona sormak istiyordum; “29 Şubatta olsaydı bu zulüm, dört yılda bir mi kanardı yaralarımız? ”
“Eee helallik istendi ya daha ne uzatıyorsunuz” diyenler ; o mahsunların gençlik yıllarını, umutlarını hayallerini geri vermeden neyin helalliği bu ?
Her hak! Hak gününün sahibi, Alemlerin Rabbi Allah yanında saklıdır. Hesapların görüleceği gün mutlaktır.
Selam ve dua ile