Köşe de yayınlanmış ilk yazımı okuyan bir hanımefendi “Aslında bildiğimiz şeyler , bildiğimiz ama uygulamadığımız şeyler ” diye mesaj attı. Kendisini hiç tanımadığım bu arkadaş, yazılarıma acaba nereden başlasam diye düşünürken , “al buradan başla ” fikrinin öncüsü oldu. Bilmediğiniz, ilk defa duyacağınız bilgiler sunmak gibi bir iddiam yok. Hele ki günümüzde, tüm bilgilerin dakikalar içinde güncelliğini kaybedip , kısa bir süre sonrada geçerliliğini yitirdiği bu zamanda hangi çılgın böyle bir iddia sunabilir. Son yarım yüzyılın en büyük imtihanlarından birisi bu değil mi? Sağanak sağanak bilgi yağmuruna ve bir o kadar da bilgi kirliliğine maruz kalmamız hepimizin problemi. Bir başka sorun bu yağmurdan ihtiyacım olan damlayı alıp susuzluğumuzu hafifletmek yerine . Ne gerek var hazmetmeye, zaten avucumda ki küçücük bir makinayla, bir tıkla, her tür bilginin en son halini buluvermek varken neden zihnime bunu yük yapayım anlayışı. Eksiğimiz ihtiyacım olan bilgiyi alıp, onu pratiğe geçirememek. Peki ya bir karışlık cihazlara bunca bağımlılık ve teslim oluşumuz?
Bir diğer sorunumuz, kartopu gibi yuvarlanırken, çığa dönüşen bilim! ve teknoloji gelişimi karşısında insanlığın, insanlığımızın aynı hızla eriyor kayboluyor oluşu. Üçüncü sayfa haberleri vardı. Entellektüel kesiminin pek te ilgisini çekmeyen, çoğu tekrar yada uydurmadır dedikleri türden haberler. Bugün o haberler gündemimizi belirlemekle kalmıyor, hayatları yaşamı biçimlendiriyor. “Hunharca işlenmiş bir cinayet ” yazılı ve görsel basında flash haber oluyor. Hemen arkasından peşpeşe aynı tarz cinayet haberleri akıyor gündeme. Ahlak, kültür, yaşamın bir çok alanında durum böyle, bu kaos hızla sarıyor toplumları. Kimisi kurbağa misali, yavaş yavaş ısınan sudan habersiz, hayatın gerçeğİ bu boşver modunda , kimisi benim tuzum kuru saflığında razı, bilmiyor ki tuzun ne kadar kuru olursa olsun, ortam nemlenirse illa ki senin tuzuna da bulaşacaktır. Bir kaç kısık ses çığlık atıyor, koşuyor, çırpınıyor duyan yok. Bunları hepimiz görürken neden bu razı oluşluk, sessizce seyrediş. Bu bozulma ve çürümeye karşı gardımızı almak için, ocu ya da bucu olmaya gerek var mı? İnsan olmamız yetmez mi? Bu soruların cevabı peşindeyim. Sesli düşünüp, yazılı konuşmaya çalışacağım bu köşeden .
Evet yazmaya çalışacaklarım hepinizin bildiği şeyler olacak . Yazılarım da “NASA'nın Jet Propulsion Laboratuvarı ve New Mexico Üniversitesi'nden araştırmacılar, kırmızı cüce olarak da bilinen bir M cüce yıldızının yörüngesinde dönen TOI-1231 b dış gezegenini keşfetti.” (TRT Haber ) türü haberler vermeyeceğim. Üzgünüm. Hücrelerinde sayısız gezegenler/ alemler barındıran insanoğlunun, büyük bir çoğunluğunun, bu muhteşem evrende “başımı sokacak ev, iyisinden bir dört teker ” odaklı yaşamasının, ömür sürmesinin şaşkınlığı üzerine dertleşeceğiz bazen.
Apartmandaki komşularımızdan haberimiz yokken, dizilerin içinde yaşayıp duygulanıp mutlu olarak, başrol oyuncusuna akıl verecek kadar kendimizden geçişimizi …
Müge Anlı ya odaklanıp kaYIP kişiyi beklerken, kaybolan yok olup giden insanlığımız üzerine olan kayıtsız kalışımızı…
Temizlik proğramları müptelası bunca şahsın; yaşadığı gezegeni, yürüdüğü yolu, piknik yaptığı doğayı nasıl çöplüğe çevirebildiğini…
Yemek proğramlarında corbaya konan salça miktarı için saçbaş yolarken birileri, reytingler kırılırken, çöpün içinden ekmek toplayanlara burun kıvırışımızı…
Evlilik proğramlarına yapılan rekor başvuruların istatistiklerine hayret edip, adliyelerde ki boşanma rekorlarına kulak tıkayışımızı…
Survivor da ki ünlülere kilitlenmişken yüreklerimiz, heybe içinde, karakışta evladının cenaze raporu için dağlar aşan, gönüllü babayı görmezden gelişimizi…
Bilim adamları sonsuz olasılıklar evreni diye çırpınırken, “sana verdiğim dört şıktan sadece birini seçebilirsin” dayatmasıyla eğittiğimiz nesillerimizi…
7 mizdeyken başlayıp 70 imizde zirve yapan “düşman dış güçler ”e kin güderken, içimizdeki , benliğimizde ki düşmanlara karşı pasif kalıp, hatta muhabbet besleyişimizi...
Çocuğu “hocam bana kızdı” dediği için okulu basıp, çocuğum en değerlim mesajını vermeye çalışan ilkel babamızın, neden çocuk dünyaya getiriyoruz ki sorusuna , “yok bir nedeni evlendik doğdu o kadar”, anlayışını tartışacağız …
Kimseye akıl vermek gibi bir niyetimiz yok. Allah akıl versin diye bir duam yok benim. Çünkü Allah sadece insanlara değil, hayvanlara, hatta bitkilere bile kendilerine yetecek kadar akıl vermiş. Bizim duamız “Allahım verdiğin aklı kullanalım, fikredelim, farkedelim , idrak edelim, amel edip eyleme geçelim, haddimizi bilelim”dir. Ahhh ben, sen, o, ah biz, siz, onlar haddimizi bilsek, kim durabilir önümüzde? Haddimizi bilmek, sınırlarımızı keşfetmek, kendimizi tanımak… Sanki sadece felsefecilerin, din adamlarının, alimlerin derdiymiş gibi anlaşıldı. Bu soruları sormadık, bir yerlerde duyduysakta pek üzerimize almadık.
Gençlerle buluştuğumuz bir ortamda nasıl çoşmuşsa yürekler “ Nereden, nasıl başlayacağız hocaaaam” diye sordu bir kanı delice akan … Aynı çoşkuyla ses verdim “Kendimizden evladııııımm kendimizden” .